13 Temmuz 2007 Cuma

Kıl Kökü İltihabı (Folikülit)


Kıl kökü iltihabı kıl köklerinin iltihaplandığı bir grup hastalığa verilen addır. Bu hastalıkta deride kırmızı üzeri iltihaplı noktacıklar görülür.

Kıl kökü iltihabı neden görülür?
Kıl kökü iltihabı folikülit infeksiyonlar, derinin uzun süre hava almayacak şekilde kaolaı kalması nedeniyle veya bazı hastalıklarda karşılaştığımız bir durumdur.
İnfeksiyonlar:
Eğer infeksiyon düşünüğlüyorsa mikrobu saptamak için kültür alınmalıdır.
Bakteri Bakeriler bağlı kıl kökü iltihabı genellikle stafilokokus aureus denen bakteri iel oluşur. Bu enfeksiyon derindir ve deride çıbanlar oluşturur. Hijyene dikkat edilmeli, antiseptik temizleyiciler, antibiotikli kremler ve ağızdan antibiotik kullanılmalıdır.
Havuz foliküliti Pseudomonas aeruginosa denen bakterinin iyi klorlanmamış havuzlarda yaptığı bir enfeksiyondur. Gram negatif folikülitPseudomonas aeruginosa veya benzeri organizmaları yüzde yaptığı bir enfeksiyondur. Sivilce tedavisinde terasiklin denen antibiotik kullanılırken nadiren gelişir.
Maya mantarları Folikülite neden olan en yaygın maya mantarı Pityrosporum ovaledir malassezia olarak da bilinir. Malassezia foliküliti (Pityrosporum foliküliti)genellikle gençlerde sırtın üst kısmını etkileyen sivilce benzeri kaşıntılı bir durumdur. Nemlendiricile ve kullanılan antibiotikler kesilir. Haftalarda lokal ve ağızdan mantar ilaçları kullanılır.
Mantarlar Saçlı derideki mantarlar ( tinea capitis) genellikle pullanma ve saç kaybı ile seyrederken nadiren folikülitte görülebilir. Tedavide mantar ilaçları kullanılır.
Kıl dönmesine bağlı tahriş (Yalancı folikülit)
Kıl dönmesi tıraş, ağda sonrasında görülebilen bir durumdur. Kültür yapıldığında herhangi bir mikrop üremez.
Sakal bölesinde görülürse bu duruma pseudofolikülit barbe denir.
Yalancı folikülite kadınların bacaklarında sık rasrlanır. Genellikle de kaşıntılıdır. Kılların alınması bir süre durudurulmalıdır. En az 3 ay kıllar çekme yöntemlerinden biri ile alınmamlıdır. Bayanlar için en nazik yöntem elektrikli traş aletleridir. Ayrıca lazer ile yapılan epilasyon da oldukça faydalıdır.
Temas reaksiyonları
Uzun süre havasız kalma Vazelin bazlı merhemler, nemlendiriciler, yapışkan bamtlar bazen herhanbi bir mikrobun bulunmadığı kıl kökü iltihabına neden olabilirler. Bu durumda yağsız nemlendiriciler kullanılmalıdır.
Kimyasalar Katran ve benzeri yağlar folikülite neden olabilir. Bu ajanlardan uzak durulmalıdır.
Lokal kortizon kullanımı Lokal kortizonun uzun süreli kullanımı folikülit yapabilir. Perioral dermatit yüzde nemlendiricilerin ve kortizonlu kremlerin uyardığı bir folikülit türüdür. tedavisinde tetrasiklinli antibiotikler kullanılır.
Bazı inflamatuar hastalıklar
Bazı hastalıklarda kıl kökünün derin kısmındaki inflamasyon harabiyet oluşturduğu için kıl kaybı ve skar gelişir. Bu hastalıklar liken planus, diskoid lupus eritematozus and foiküulitis dekalvansdır. Tedavi altta yatan hastalığa göre yapılır. Tanı koymak için deri biyopsisi gerekir.
Bağışıklık sisteminin baskılanması
Eozinofilik folikülit AİDS hastalarında görülen bir durumdur. Nedeni halen anlaşılamamaıştır.

Et benleri (Skin tags)


Et benleri sık görülen, deriden çıkıntı yapan, zararsız yumuşak deri gelişimleridir. Aşağıdaki adlarla da bilinirler:
Akrokordon
Papillom
Yumuşak fibromlar
Pedunculated (saplı anlamında)
Filiiform (ipliksi)


Et benleri ne zaman oluşur?
Et benleri kadın ve erkeklerde yaşlanma ile ortaya çıkarlar.
Et benleri nasıl görünür?
Deri renginde olabildikleri gibi, koyu renkli de olabilirler. Büyüklükleri ise 1 mm den 5 cm e kadar değişebilir. Dah çok boyun, kotluk altı ve kasık gibi kıvrım bölgelerinde görülürler. Özellikle aşırı kilolu ve Tip II diabeti(şeker hastalığı) bulunanlarda çok sık ve yaygındırlar.
Et benleri nasıl oluşur?
Et benleri derinin en üst tabakası olan ince bir epidermis işle kaplanmış, gevşek kollajen lifleri ve damar dokusundan oluşmuştur.
Et benlerinin nedenleri belli değildir. Bununla beraber aşağıda ki faktörler gelişiminde rol alabilir:
Deriyi oğuşturmak, tahriş etmek ve sürtünme
Özellikle gebelik ve jigantizm dediğimiz bir hastalık gibi büyüme faktörlerinin arttığı durumlar
İnsülin direnci
Human papilloma virüsü (siğil virüsü)
Et benleri hangi yöntemlerle tedavi edilir?
Kriyoterapi (dondurma)
Cerrahi olarak çıkartma
Koterizasyon
Steril bir cerhi iplikle bağlanması

Saçkıran (Alopesi Areata)


Alopesi areata nedir?

Alopesi tıp dilinde saç kaybı anlamına gelmektedir. Alopesi areatada ise saçlarda aniden yuvarlak saçsız alanlar oluşturacak şekilde dökülme olmasıdır.
Alopesi areatanın nedeni nedir?
Alopesi areata otoimmun bir hastalıkdır. Otoimmun hastalıklarda bilinmeyen br nedenle bağışıklık sistemi kendi hücrelerini yabancı olarak görüp bu hücrelerle savaşmaya başlar. Bu durumda kıl kökleri etrafında bulunan lenfosit denen hücreler sitokin diye adlandırılan kimyasallar salgılarlar ve bu da saçlarda dökülmeye neden olur.
Hastalığın ailesel özelliği var mıdır?Alopesi areata ailenin bir bireyinden fazlasında görülebilir veya ailenin diğerlerinde pernisiyöz anemi ve vitiligo gibi diğer immun hastalıklar bulunabilir.
Hastalık bulaşıcı mıdır?
Alopesi areata bulaştırıcı değildir.
Alopesi areatanın nedeni nedir?
Hastalığın yenilen gıdalarla bir ilişkisi yoktur. Diğer sağlık problemlerinde olduğu gibi hastalık stressli bir olaydan sonra başlayabilir, fakat bu olguların hepsinde yoktur.
Hastalık nasıl görülür?
Alopesi areata belirgin bir rahatsızlık vermediği için, genellikle berberler tarafından saptanır. Saçın büyümesi durur ve kökünden ayrılır. Alpopesi areata üç evre gösterir. İlk olarak saçlar aniden dökülür, sonra dökülen alanda genişleme olur. Son olarak da saçlar başlangıçta renkleri beyaz veya gri olarak çıkmaya başlarlar. Bu ayları hatta yılları alabilir. Yeni kıllar çıkarken diğerleri dökülebilir.
Saçların tamamı dökülebilir mi?
Etkilenen hastaların %5 ine kadar olanında tüm saçlar dökülebilir. Bu duruma alopesi totalis denilir ve çok uzun sürebilir. Hastaların %1 inden azında vücut kılları tamamiyle dökülür, bu durum alopesi üniversalis olarak bilinir.
Hastalığın başka bir zararı var mıdır?
Alopesi areata fiziksel bir rahatsızlığa neden olmaz, ama psikolojik olarak hastayı etkiler.
Tedavisi Nasıl Yapılır?
Ne yazık ki hastalıkta kesin çözüm sağlayabilecek tedavi yoktur. Hastalık yavaş bir şekilde kendiliğinden iyileşebilir. Bazen yeni gelen saçlar beyaz veya gri renktedir, daha sonra orijinal renklerine dönerler.
Saçsız alana kortizon enjekte edilmesi saçların çıkışını hızlandırabilir. Bu tedavi intralezyonel kortizon enjeksiyonu olarak bilinir. Saçlardaki yeniden büyüme sadece enjeksiyon yapılan yerde görülür. Bu tedavi yeni alanlarda saç dökülmesini engellemez. Bununla beraber saçlar çıkmaya başlarsa ilave olarak yapılan enjeksiyonlar saçların çıkmasına yardımcı olur. Hastalığın tedavisinde bir çok farklı alternetif yöntem kullanılır. Fakat bu tedavilerin sonuçları değişkendir. Bazı losyonların kullanılması bazı kişilerde saçların çıkmasına neden olmaktadır. Bu amaçla kortizonlu ilaçlar veya minoksidil ve tahriş edici bir ajan olan ditranol kullanılabilir.İmmunoterapi denen tedavide düşük bir konsantrasyonda allerjik reaksiyon oluşturabilecek bir madde dökülen alan uygulanır ve bir allerjik kontakt dermatit oluşması sağlanır. Bu amaçla sıklıkla diphenylcyclopropenone (diphencyprone) kullanılır. Ne yazık ki bu tedavi tahriş edici ve rahatsızlık vericidir,sıklıkla lenf bezlerinde büyümeye neden olur.
Yaygın saç kaybı durumunda güvenilir bir tedavi yöntemi yoktur. Kortizon içeren haplar, PUVA dediğimiz bir ışık tedavisi uygulanabilir. Fakat bu tedavilerin bir takım yan etkileri vardır.

Hemoroid ( Basur ) Nedir ?


HEMOROİD ( BASUR ) makat bölgesindeki damarların genişlemesi yani varisidir.Hemoroidin ana nedeni kabızlıktır ve kalıtımsal özellikte taşımaktadır. Hemoroidli hastaların çoğunda uzun süren kabızlık vardır ve ailede birçok hemoroidli şahıs bulunmaktadır. Hemoroid hastalığı toplumda çok yaygın bulunmaktadır.Makat bölgesinde 3 ana toplar damar ağı mevcuttur. Bir tane solda, iki tane sağda. Bunlara toplardamar yastıkları denir.Kabızlık nedeni ile bunlar genişler ve iç hemoroidleri oluşturur. Zamanla bunlar makat dışına sürüklenir ve dişkılama esnasında dışarı sarkar.
İÇ HEMOROİD DERECELERİ:

1.derece: Makattan çıkmayan (sadece kanama yapan) memeler.

2.derece: Dışkılama ve ıkınma esnasında dışarı çıkan ve kendiliğinden içeri giden memeler.

3.derece: Dişkılama ve ıkınmakla dışarı çıkan ve sonra elle geri itilen memeler.

4.derece: Geri itilmeyen memeler.


DIŞ HEMOROİDLER:

Dış hemoroidler makatın dışından çıkan memeler.
ANUS (MAKAT) KANSERİ:

Anus (makat) kanseri.Resimde görüldüğü gibi hemoroide çok benziyor.Bu nedenle hemoroid hastaları mutlaka uzman doktora muayene olmaları gerekir.
HEMOROİDİN YAPTIĞI ŞİKAYETLER:

Makatta meme oluşması,makattan kanama,bazen akıntı ve kaşıntı. Hemoroid içinde kan pıhtılaşırsa veya hemoroid memesi boğulursa Tromboze hemoroid oluşur ki çok ağrılıdır.Normal bir hemoroid ağrı ve sancı yapmaz.Eğer bir hastada ağrı veya sancı varsa Tromboz,abse veya fissür düşünülmelidir.
ANAL FİSSÜR:

Makatta kabızlık veya ishale bağlı çatlak oluşmasıdır,doğum sonrasıda çok görülmektedir. Dışkılama esnasında şiddetli sancı yapar,az miktarda kanama olabilir.Sancı nedeni ile hasta tuvalete gitmekten korkar,buda kabızlığı artırır ve neticede fissür giderek büyür. Makattan kanama olduğu zaman mutlaka uzman doktor tarafından muayene olunmalı, çünkü kalın barsak kanserleri ve kalın barsağın diğer hastalıklarıda kanama yapabilir,körlemesine hemoroid veya fissür tedavisine başlanmamalı. Hemoroid ve fissür tedavisine kesin tanı konulduktan sonra başlanmal


Anal Fissürün tedavisi

Makat kenarındaki kasın kısmi kesilmesi (lateral internal sfinkterotomi),böylece basınç kalktığı için fissür kendiliğinden kaybolacaktır.
PERIANAL FİSTÜL

Makattaki apse ve fistüllerin çoğu makat içindeki bezlerin iltihaplanmasında kaynaklanır. APSE'de genellikle makatta ağrı,şişkinlik,kızarıklık ve yüksek ateş olur. Apse'nin tedavisi Drenaj'dır (Cerrahi yöntem ile boşaltılır)Fistül'lerin apselerden sonra oluşan makat çevresindeki deri ile kalın bağırsağın son bölümü (Rektum) arasındaki tüneldir.İç ağzı bağırsakta ,Dış ağzı deridedir.Fistülde dış delikte kanlı ve iltihaplı akıntı olur ve iç çamaşırı kirletir. Bazen dış delik tıkanır ve Apse( Ağrı,kızarıklık,Ateş) oluşur Tedavi cerrahidir dış delikten boya verilerek iç delik bulunur ve bu iki delik arası kesilerek iyleşmeye bırakılır.

Uyuz nedir ?

Yüzyılların Problemi: Uyuz
İnsanlık tarihinde bit, pire ve uyuz zengin ve yoksul ayırmaksızın sorun yaratmıştır. Öyle ki 'toplum içinde kaşınmanın veya kaşınmaya neden olan haşerelerin yakalanması ve toplum içinde öldürülmesinin' ayıp olduğu prenseslerin temel görgü eğitimindeydi. Günümüzde uyuz, insanlar arasında doğrudan doğruya temas ile bulaşarak sorun yaratmaya devam etmektedir. Hastalık 30 yıllık dönemlerde salgınlar halinde görülmektedir. 15 yıl sakin geçen bir devreyi 15 yıllık bir salgın eğrisi izler. Bunun nedeninin insanlarda gelişen böceğe karşı direnç olduğu tahmin edilmektedir.Uyuzun sıklığı sonbahar ve kış aylarında artar.Okullar ve toplu yaşam alanlarında uyuzun ortaya çıkma ihtimali yüksektir.Uyuzun en önemli özelliği olan gece kaşıntısı, bulaşmadan sonra 3 gün ile 6 hafta arasında değişen sürelerde olmak üzere en çok 15 gün ile 1 ay sonra başlar. Kaşıntı, tedavi edildikten 2 hafta sonrasına kadar devam edebilir
Uyuz Nedir?
Uyuz halk arasında 'gale' veya 'gidişik' olarak da bilinir. Uyuz böceği, 'Sarcoptes Scabiei Von Hominis' ancak bir mikroskop ya da büyüteç yardımı ile görülebilecek büyüklüktedir ve tüm yaşamını insan vücudunda geçirir. Kişiden kişiye yakın temas ile geçer. Böcek derinin üst katmanlarında tüneller açarak ilerler ve kaşıntıya sebep olur. Bu kaşıntı sonucunda deride iltihaplanma görülebilir. Uyuz hastalığının pislikle bir ilgisi yoktur, böcek temiz bir ciltte de yaşayabilir; uyuzun kirli insanların hastalığı olduğu inancı doğru değildir!!!
Belirtileri Nelerdir?
Uyuzlu hastalar en çok gece kaşıntılarından şikayet ederler. Bu hastayı uykusundan dahi uyandırabilir. Gündüzleri ise hastanın hareketsiz kaldığı dönemlerde, dayanılması daha kolay bir kaşıntı görülebilir. Ayrıca 1 cm ye varan kırık çizgi veya S şeklindeki tüneller uyuzun spesifik belirtileri arasında sayılabilir. Tünelin tavanındaki deliklerin kirle dolması, çizgi üzerinde siyah noktaların belirmesine neden olur. Bu noktalar hastalığın teşhisinde önemlidir. Tünellerin ucunda veya onlardan bağımsız olarak, inci tanesine benzeyen veziküller de vardır. Bu tüneller en çok %85 eller ve bilekler olmak üzere ön kollarda ve erkeklerde genital bölgede lokalizedir. Uyuz böceğinin en çok el parmaklarının araları, bilekler, kolların iç kısımları, genital bölge, karnın alt kısmı, kalçalar ve bacaklara yerleştiği görülür. Göğüs, sırt ve baş tutulmayan bölgelerdir ancak bebeklerde tüm deri yüzeyinde uyuz görülebilir.
Uyuz Nasıl Bulaşır?
Uyuz, uygun şartlar olduğunda toplumda kolayca yayılma riski olan bulaşıcı bir hastalıktır. Bulaşma kaynağı, uyuz böceği bulaşmış insanlardır. Çoğu kimse uyuzu cinsel temasla bulaşan hastalıklar arasında kabul etse de, bulaşma cinsel temastan çok, yakın temasla olur. Hastalığın bebek ve çocuklarda sıkça görülmesi de bunu doğrular. Uyuzlu bir kimse aile bireylerine hastalığı kolayca bulaştırır. Dans etme, el sıkışma gibi temaslar da bulaşma nedeni olabilir. Hastaya ait çamaşır, çarşaf ve diğer eşyaların başkaları tarafından kullanılması, yukarıdakilere oranla daha az görülen bulaşma şekilleridir.
Korunma Yolları Nelerdir?
Uyuzlu kişilerle yakın temastan kaçınmalı, uyuz rastlanan kişilerin tüm ailelerinin kontrolleri yapılmalı ve bulaşmanın olası olduğu aile dışı arkadaş veya akrabalar uyarılmalı.Uyuzlu hastanın kullandığı ya da kullanmış olabileceği çamaşır, çarşafın vs. ortak kullanılmasını önlemeli,Hijyene dikkat edilmeli. Uyuz böceği eşyalar üzerinde 2-3 gün yaşayabildiği için tüm eşyalar ve giysiler kaynar su ile 20 dakika süre ile yıkanmalı, tüm giysilerin (elbiseler, çarşaf, astık kılıfları vs.) özellikle vücutla temas eden iç bölgeleri sıcak ütü ile ütülenmeli, tüm ev ve araba elektrik süpürgesi ile temizlenmeli.Uyuz tedavisinde etkili bir ajan olan permetrin içeren deri kremi kullanılmalı ve uyuzlu bir kişi de olsa tüm aile bireyleri tedavi edilmeli.
Tıbbi Deri Kremi Kullanımı
Duş aldıktan sonra temiz ve serin vücuda baş dışında tüm vücut kaplanacak şekilde uygulanır.Uygulamada, özellikle el ve ayak parmakları arasında kalan alanlar, bilekler, koltuk altları, dış genital organlar, kaba etler, el ve ayak tırnaklarının altına dikkat edilmelidir.8-12 saat beklenir. Bekleme süresinde eller yıkanmışsa, ellere tekrar sürülmesine özen gösterilir.Uygulama sonrasında duş alınır.Temiz giysiler giyilir, yatak çarşafı ve giysiler sıcak su ile yıkanıp, sıcak ütü ile ütülenir.Kaşıntı olsun olmasın tedavi mutlaka ailedeki tüm bireyler tarafından uygulanmalıdır.

Dizanteri

Şiddetli ishal ile karakterize bir kalın barsak hastalığı.

İki ana şekli vardır:
Basilli dizanteri
Amipli dizanteri.

Dizanteri eskiden beri bilinen bir hastalıktır. Amipli ve basilli dizanteriler arasındaki ayırım ancak son yüzyılda tesbit edilmiştir. Önceleri bu iki tip dizanteri birbirine karıştırılmıştır. Eldeki bilgilere göre dizanteriyi ilk defa M.Ö. 380’de İran ordusundaki bir salgın sırasında Herodotus tesbit etmiştir. Askeri hareketlerde, savaşlar esnasında, toplumların kötü beslenme şartları ve göç gibi sağlık kurallarına dikkat etmedikleri zamanlarda sık sık dizanteri salgınları görülmüştür. Basilli dizanterinin benzeri belirtileriyle seyreden amipli dizanteri 1859’dan sonra ayırt edilmeye başlandı. 1898’de Shiga, Japonya’da dizanterili hastalardan dizanteri basilini üretti, şifa bulduktan sonra, bunların büyük abdestten kaybolduklarını tesbit etti. Basilli dizanteri salgınlar yapabilmekte, amipli dizanteri ise tek tük vak’alar halinde görülmektedir. Basilli dizanteri Shigella grubu mikroplar tarafından meydana getirilir. Tek tük vak’alar halinde yurdumuzun her yerinde devamlı olarak vardır. Şartlar müsait olunca salgınlar da yapar. Dizanteri basilinin kaynağı insanlardır. Bulaşma: Direkt temas ile veya su, besin maddeleri ile dolaylı yoldan olur. Direkt bulaşmada, hastanın ellediği kapı tokmakları, çatal, kaşık, bardak, havlu ve hela musluklarından alınan basiller de söz konusudur. Dizanteriyi hafif geçirenler, yatmaya ihtiyaç duymadan ayakta gezenler, hastalığı kolayca yayarlar. Bir insanda hafif hastalık yapan dizanteri basili, diğer bir insanda ağır bir hastalık tablosuna yol açabilir. Hastalığı hiçbir belirti vermeden geçiren dizanteri taşıyıcıları da vardır. Dolaylı bulaşmada besin maddelerinin mikropla kirlenmesi durumu görülür. Portör (hastalığı belirti vermeden taşıyan) satıcı, aşçı, garsonların ve diğer gıda ile uğraşanların basili bulaştırması ile ekmek, süt, su, salata, meyve gibi pişmeden yenen ve içilen maddelerden, hastalık kolayca alınmaktadır. Dizanterinin yayılmasında karasinekler de rol oynar. Dizanteri salgınları yaz aylarında çıkar. Denize dökülen lağımlardan karışan basillerle plajlarda hastalığı almak mümkündür. Dizanteriye her cins ve yaştaki kişiler yakalanabilir. Çocuk ve yaşlılarda, diğer bir hastalığın nekahatinde bulunanlarda, dolaşım yetmezliği olanlarda, hamilelerde ve veremli olanlarda ağır seyreder. Hastalığın kuluçka süresi, ortalama olarak 3-6 gün arasında değişir. Belirtileri: Kuluçka dönemini takiben ani olarak başağrısı, halsizlik, kusma, titreme ile ateş yükselir. Karın ağrısı ile birlikte ishal başlar. Hasta günde 10 ile 120 kere arasında helaya gider. Büyük abdest içinde kan, balgam ve cerahat mevcuttur. Dışkılama karın ağrısını takib eden buruntuyla başlar. Arkasından şiddetli bir ağrı ile barsak muhteviyatı dışarı atılır. Bazan hasta helaya gidemeden yatağına dışkılar. Dilin üstü paslıdır. Hastalık ilerledikçe dil şişer. Karın muayenesinde kalın barsaklar sucuk gibi ele gelir ve ağrılıdır. Ayrıca, mide-barsak sindirim salgısında azalma olduğundan hazımsızlık da ortaya çıkar. Barsakta gaz vardır. İdrar yaparken yanma, bazan durdurulamayan hıçkırık vardır. Tansiyon, hastalığın 2-3. günü düşer, nabız sayısı artar. Çocuklardaki dizanteri daha değişik seyreder. Çocuklarda sinir sistemi belirtileri fazladır, huzursuzluk, durgunluk, havaleyle seyreder. Su kaybı belirtileri çoktur. Dışkıda balgam boldur. Dışkı yeşil renktedir. Dizanteri erişkinlerde 10-15 gün sürer. Müzminleşen dizanteri ise gelip geçici şifalarla senelerce sürebilir. Uygun bir tedavi ve rejimin yapılmaması ve basilin hususiyetlerine bağlı olarak dizanteri müzminleşebilir. Müzmin dizanterinin iki şekli vardır: Dispeptik müzmin dizanteri: Büyük abdestte kan ve balgam kaybolduğu halde ishal devam eder. Besinlerin hazmedilememesi söz konusudur. Büyük abdest oldukça fena kokuludur. Kalın barsakta ülserli ve kanayan noktalar vardır. Komplikasyonlar (Hastalığın seyrinde ortaya çıkabilen durumlar): Makat çevresi apseleri, prolapsus ani (makatın dışarı çıkması), sidik kesesi iltihabı, dizanteri romatizması, göz kapağı mukozasının iltihabı (konjiktivit), idrar yolu iltihabı, kaslarda felç nadir de olsa görülebilir. Dizanterilerde ölüm oranı % 5-10 arasında değişir. Çocuk ve yaşlılarda fazladır. Türkiye’de dizanteriden ölüm oranı, batı ülkelerine göre daha düşüktür. Basilli dizanteri tipik belirtileri ile kolayca tanınır. Fakat amipli dizanteriden klinik belirtileri ile ayırt edilemez. Kesin teşhis, büyük abdestten kültür yaparak dizanteri basilini üretmekle konulur. Tedavi: Hasta, yatak istirahatine alınır (hastahanede yatırmak en uygunudur). Önce beslenmesi ayarlanır. Bol sıvı verilir. Hasta pirinç çorbası ile beslenir. Posa bırakan gıdalar verilmez (sebze, meyve gibi). Midede azalmış bulunan hidroklorik asit, limonata şeklinde veya özel ilaçlarla tamamlanır. Yemekten sonra, sindirim enzimleri ihtiva eden ilaçlar verilir. Yiyebilen hastalara ekşi elmaların rendesi faydalıdır. Şiddetli ağrılara karşı; karın üzerine sıcak su torbaları ve termofor koymak iyi gelir, geceleri ilaç verilir. İshal azalıp büyük abdest şekillenmeye başlayınca, ızgara köfte, pirinç ve patates püresine geçilir. C, K ve B vitaminleri de verilir. Tedavide ilaç olarak en mühimi, direkt olarak basil üzerine etkili olan ilaçlardır. Bunlar arasında; tetrasiklin, kloramfenikol, sulfamidler ve streptomisin sayılabilir. Bu ilaçlar, mutlaka bir doktorun denetiminde kullanılmalıdır. Korunma: Hastalar, sağlamlardan ayrılır, büyük abdest dezenfekte edilmeden helalara dökülmez. Dizanteri nekahetleri ve taşıyıcıları, besin maddeleri işçiliğinden muaf tutulur. Sular klorlanır. Sütler iyi kaynatılır veya pastörize edilir, çiğ sebze ve meyveler temiz ve bol su ile yıkanır. Salgınlar esnasında çiğ sebze ve meyve yememelidir. Besinler kara sineklerden korunmalı, el temizliğine itina göstermelidir. Korunmada yaygın olarak kullanılan bir aşısı yoktur. Amipli dizanteri: Entamoeba histolytica ismi verilen bir amip tarafından meydana getirilen, dizanteri şeklidir. Bu amip, insanlara ait bir parazittir. Bunun bir canlı hareketli şekli, bir de kist şekli vardır. Tabiatta ancak kist şeklinde bulunur. Amipli dizanteri tropik ve subtropik iklim bölgesinde yaygındır. Birinci Cihan Savaşında Mısır’daki kamplarda esir kalan er ve subaylarımızla yurdumuza gelmiş ve Anadolu’nun soğuk sıcak her bölgesine yayılmıştır. Amibin kaynağı insanlardır. Canlı şekli dayanıksız olduğundan, bulaşmada önemli değildir. Bulaşmada dayanıklı olduklarından kistler rol oynamaktadırlar. Sulara, çiğ yenen besinlere karışarak hastalığa yol açarlar. Hastalığın bulaşmasında karasineklerin de rolü büyüktür. Amipli dizanteri tek tük rastlanan bir hastalıktır. Basilli dizanteri gibi salgınlara pek yol açmaz. Ağızdan alınan kistler, doku içinde ilerler, barsakta ülserlere neden olur. Amipler bazan portal damar (karaciğer kapı toplardamarı) içine girerek karaciğere ulaşır, neticede abselere yol açar. Kan yoluyla ulaştığı, diğer organlarda da apse yapabilir. Had amipli dizanteri genellikle kistler alındıktan 8-10 gün sonra ortaya çıkmaktadır. Belirtileri: Belirtilerin derecesi iklime, kişinin bünyesine ve amibin cinsine göre değişiklikler gösterir. Had amipli dizanteri, hastalığın klasik şeklidir. Belirtiler basilli dizanteriye benzer. Farklı olarak, bunda genellikle ateş yoktur. Ancak barsakta gelişen diğer bir enfeksiyon veya karaciğer apsesi gibi bir komplikasyon olursa ateş yükselir. Hafif belirtiler ve nöbetlerle tanınmayan amipli dizanteri veya had safhadayken yeterli tedavi görmeyen veya hiçbir hekim tarafından müdahale edilmeyen vak’alar müzminleşir. Amip hali denen hafif hastalık, müzmin dizanterinin meydana gelmesinin başta gelen sebeplerindendir. Komplikasyonları: Barsak gangrenleri, barsak kanamaları ve delinmeleri, barsakta kanser gelişimi, hepatit (karaciğer iltihabı) karaciğer absesi ve diğer organ abseleri sayılabilir. Amipli dizanteri; ishal yapan diğer hastalıklarla ve en çok da basilli dizanteri ile karışır. Kesin teşhis; büyük abdestten (tazeyken) alınan bir parçanın mikroskopla incelenip, amiplerin görülmesiyle olur. Tedavi: En mühim ilaç emetindir. Chloroquine, metronidazol de etkilidir. Diğer hususlar basilli dizanteride olduğu gibidir. Korunma: En mühim husus, hastaları tedavi etmek, portörlük (taşıyıcılık) ile bulaşmasına engel olmaktır. Diğer hususlar basilli dizanterideki gibidir. Kaynak: Rehber Ansiklopedisi

Zeka gerilikleri

Çeşitli sebeplerden dolayı meydana gelen ve değişik derecelerde olabilen zekayla ilgili hastalıklar. Zeka, öğrenme, öğrenilenden faydalanabilme, yeni durumlara uyabilme ve yeni çözüm yolları bulabilmek kabiliyetidir (Bkz. Zeka). Zeki insan, öğrendiğini değerlendiren ve yeni durumlara yeni çözümler getirebilen kişidir. Zeka geriliği, gelişim dönemlerinden kaynaklanan ve ahenkli davranışlardaki bozulmayla birlikte olan, genel zihni fonksiyonlarda normalin altında olma halidir. Sebebi ne olursa olsun, zeka geriliği gösteren çocukta en belirgin özellik, konuşmanın başlamamış olması veya çok yavaş gelişmesidir. Beden gelişmesi de yavaştır. Başı dik tutma, emekleme, yüzme, oturma, koşma genellikle geç başlar. Zeka geriliği oranının, toplam nüfûsun % 2-3’ü kadar olduğu kabul edilmektedir. Zeka gerilikleri şu şekilde tasnif edilebilir: 1. Derin zeka geriliği: 0-5 yaş arası çocuklar, tam bağımlı çocuklardır. Genellikle kurum ve hastanelerde devamlı bakım ve gözetim altında tutulurlar, pek uzun yaşamadıkları ileri sürülmektedir. 6-20 yaş arasındakiler tek tek kelimelerle sınırlı olarak ihtiyaçlarını anlatabilirler, tuvalet eğitimi ve yeme gibi konularda çok az da olsa eğitilebilirler. 21 yaş üstündekilerde ise bazı hareket ve konuşma, ses kabiliyetlerinde ilerleme olabilir. Tuvalet ve yeme alışkanlıklarını sürdürebilirler, özel bakımı gerektirirler. 2. Ağır zeka geriliği, 3. Orta derecede zeka geriliği, 4. Hafif derecede zeka geriliği, 5. Sınırda ve donuk zekalı normal çocuklar: Ağır öğrenen çocuklar olarak bilinirler. Bunlar için özel eğitim uygulanmamakta, ilkokul eğitimini 1-2 sene geriden takip etmektedirler. Bunlar geri zekalı düzeyde değillerdir, ama yaşıtlarından çok daha geç ve güç öğrenirler. Çabuk kavrayamaz ve öğrendiklerini çabuk unuturlar. Zeka testleriyle çocukların zeka yaşları tespit edilebilmektedir. Şayet yedi yaşındaki bir çocuk kendi yaşı için hazırlanmış testleri başarırsa, zekası yaşına uygundur denir. Şayet on iki yaş için hazırlanmış testi de başarırsa zekası yaşına göre çok üstündür denir. Zeka geriliklerinin sebepleri: 1. Doğum öncesi faktörler: İrsiyet, alkolizm, toksikomani, aşırı yaşlı ana-baba vb. 2. Lipid metabolizmasına bağlı bozukluklar. 3. Karbon hidrat metabolizmasına bağlı bozukluklar. 4. Hormonal bozuklukları: Normal tiroid bezinin az çalışması. 5. Kromozom bozuklukları: Down sendromu (Mongolizm). 6. Gebelik sırasında annenin geçirmiş olduğu enfeksiyon hastalıkları: Frengi, kızamıkçık, çiçek, su çiçeği, toksoplasmosis, kabakulak, kızamık, mikrobik sarılık, grip, boğmaca, sıtma, kızıl vb. 7. Gebelik zehirlenmesi, kontrol altına alınmayan annenin şeker hastalığı, yetersiz beslenme, kontrolsuz ilaç kullanma, sigara, alkol ve benzeri alışkanlıklar. 8. Doğum esnasında meydana gelen travmalar, bebeğin oksijensiz kalması, kan uyuşmazlığı sonucu meydana gelen öldürücü sarılık (Kernicterus) zeka geriliklerine yol açabilmektedir. 9. Çocuklarda meydana gelen menenjitler, beyin iltihapları, travmalar, çocuk beyin felci, sara nöbetleri ve zehirlenmeler de zeka geriliklerine yol açabilmektedir. 10. Sosyal ve moral sebeplerden zeka geriliği olabilmektedir: Toplumun sosyal şartları, ailenin yapısı ve görgüsü, maddi imkansızlıklar, eğitimsizlik, beslenme bozuklukları, harp, esaret gibi ağır şartlar vb. Teşhis: Bebeklik çağında teşhis koymak zor olup, itina isteyen bir iştir. Anne ve babadan çok iyi bir hikaye alınmalı ve şüpheli kalan her şey sorulmalıdır. Çocuğun dikkatli bir gözlemi ve muayenesi, zeka geriliği teşhisini koyma kadar, sebepleri konusunda da aydınlatıcı olmaktadır. Nörolojik belirtilerin görülüş sıklığı ve ciddiyeti, zeka geriliği konusunda oldukça mühim ipuçları vermektedir. İdrar, kan ve kromozom tetkikleri de teşhiste oldukça faydalı olabilmektedir. İşitme ve konuşmanın değerlendirilmesi, psikiyatrik ve psikolojik muayene ile çocuğun zeka yaşının tespiti, teşhisinin diğer unsurlarını teşkil etmektedir. Çok değişik durumlar zeka geriliğini taklit edebilir. Özellikle körlük ve sağırlık, yanlışlıkla zeka geriliği şeklinde değerlendirilir. Konuşma bozuklukları ve çocuk beyin felci, çocuklar normal olduğu halde, sıklıkla zeka gerisi intibaını verebilmektedir. Bunun için teşhis konurken çok dikkatli olunmalıdır. Zeka geriliklerini önleme: Bunun için en önemli husus, zeka geriliğine yolaçan faktörlerin giderilmesidir. Bunu sağlamanın en etkili yolu da toplumun eğitimidir. Ayrıca, kan uyuşmazlıklarının önceden tespiti gibi konularda genetik, danışma da önemli bir yer tutar. Hastalıkların erken teşhisi ve uygun tedavi metodlarıyla, hasar yapmadan kontrol altına alınabilmesi de oldukça mühimdir. Mesela troid bezinin yeterli çalışmama hali erkenden tespit edilip tedavi cihetine gidilince, çocukta meydana gelecek olan zeka geriliği önlenmektedir. Tedavi: Tedavide gaye; zeka geriliği gösteren çocukların kapasitelerini, ulaşabilecekleri en üst seviyeye çıkartmak, kendi ihtiyaçlarını karşılayabilecek hale getirmek, ailelerine ve topluma yük olmaktan kurtarmak ve nispeten mutlu bireyler haline getirmektir. Tedavi, hastalığın cinsine göre değişmekle beraber temelde davranış şekillendirilmesi, ana-babadan faydalanma, bakım ve kısımlardan faydalanma, fiziki rehabilitasyon ve birtakım özel eğitimleri ihtiva etmektedir.

Ödem nedir?

Vücutta anormal miktarda sutoplanmasıdır.
Kalp, damar ve böbrek hastalıklarının bir belirtisi olabildiği gibi bazı allerjik durumlarda ve beyin travmalarında ciddisonuçlar doğurabilir. Vücut dokularındaki su miktarının artışına verilen isim. Özellikle derialtı ve kaslardaki doku aralıklarında, seröz boşluklarda (kalp, akciğer ve karın iç zarları) serbest sıvının toplanması, ödemin tespitini mümkün kılar. Dolayısıyla ödem, klinikte hücre dışı ve damar dışı sıvı miktarının artışını ifâde eder.
Seröz boşluklarında sıvı toplanması ile birlikte olan genelleşmiş ödemlere “anazarka” adı verilir. Derialtı ödemi, derinin şiş ve gergin hâliyle farkedilir, bacak alt ucundaki kemik çıkıntısı üzerinde deriye parmakla bastırılır ve bir müddet beklenirse o bölgedeki doku aralıklarında bulunan sıvının itilmesinden dolayı parmak kaldırıldıktan sonra bir çukurluk kalır. Ödem aşikar hâle gelmeden evvel hücre dışı sıvı miktarı ve vücut ağırlığı süratle artar. Bu artış beden ağırlığının % 10’unu geçtikten sonra parmakla bastırılmakla çukurluk teşekkülü görülür. Normalde de doku aralıklarında bulunan ve artışı ile ödemi husûle getiren sıvı, dolaşan kandan gelmektedir. Dolayısıyla ödem sıvısı terkip bakımından kan plasmasına çok yakındır. Bikarbonat, klor, sodyum ve klor gibi elektrolitler, glikoz, üre, kreatinin, amino asitler ihtivâ eder. Protein muhtevası ise ödeme yol açan sebebe göre değişiklik gösterir. Ödem yaygın ve lokalize olur.
Yaygın ödemlerin oluş mekanizmasını iki gruba ayırabiliriz: 1. Böbreklerin tuz ve suyu az ıtrah etmeleri sonucu plasmada birikime uğrayan su ve tuzun dokulara ve doku aralıklarına geçmesiyle meydana çıkan ödemler. 2. Plasma ile dokular arasında su ve molekülleri hareket ettiren kuvvetler dengesinde husûle gelen değişiklikler netîcesinde doku aralıklarında su ve tuz toplanmasına bağlı olan ödemler. Normalde kılcaldamarların arter (atardamar) kısmına suyu plasma ile doku arasında hareket ettiren kuvvetler plasma tarafı lehine bir fazlalık gösterirler ve bu kuvvetin tesiriyle su ve berâberinde birçok kristalloitler yarı geçirgen bir zar olan kılcaldamar duvarından doku aralıklarına sızar. Kılcaldamarların venöz (toplardamar) ucunda ise denge, doku lehine değişir ve kılcaldamarlardan süzülmüş olan su ve diğer moleküller damarlara geri döner. Doku aralıklarında kalan su ve diğer maddeler lenf sıvısını teşkil eder ve dokudan lenf damarları ile uzaklaşırlar. Bu, su ve elektrolit alışverişinde rolü olan faktörler ve süzülme-emilme olayını ayarlayan kuvvetler şunlardır: 1. Kılcaldamarlardaki kan basıncı: Tansiyona yâni sistemik kan basıncına bağlı olarak azalıp çoğalabilir. Eğer kan basıncı değişmezse küçük atardamarların kasılması kılcaldamarlardaki kan basıncının ve kan akımının azalmasına sebep olur. 2. Plasma kolloitlerinin (dağılmış haldeki moleküllerin ve maddelerin) osmotik basıncı: Buna onkotik basınç adı da verilir. Molekülleri büyük olan proteinler kılcaldamar duvarından geçemez ve % 95’i damar içinde kalarak plasma ve hücreler arasının onkotik basınçları arasındaki önemli farkı husûle getirir. Bu fark su alış-verişini sağlayan başlıca faktördür. Kapiller sıvı basıncı onkotik basıncı geçtiği zaman dokulara sıvı geçişi, onkotik basınç galip geldiği zaman ise sıvının dokulardan damara geçişi söz konusudur. Plasmada protein miktarının azalması sıvının damar dışına çıkışının artmasına ve doku aralıkları sıvısının artmasına ve böylece de ödeme sebep olur. 3. Hücrelerarası sıvının kolloit osmotik basıncı: Normalde plasma protein muhtevâsı doku sıvısındakinin 20 katıdır. Damar duvarını geçirgen hâle getiren durumlarda veya doku aralıklarındaki proteinlerin lenf ile uzaklaştırılmasında bir güçlük ortaya çıktığı zaman doku sıvısındaki protein miktarı artar ve buna bağlı olarak doku aralıklarında sıvı toplanması olur. 4. Doku aralıklarındaki mekanik basınç: Damar dışı sıvıyı alacak olan doku aralıklarının hacmi sınırlıdır. Bu hacim sınırlılığı belli miktardan fazla sıvı toplanmasına izin vermez. Ancak birçok kereler vücûdunda ödem husûle gelmiş olan kişilerde doku aralıklarının mekanik direnci de azalacağından, ödemin yeniden teşekkülü kolay olur. Dokuların alış-verişinde bu dört faktörden başka, lenf akımının da rolü vardır. Çünkü hücrelerarası sıvı miktarı kısmen lenf drenajına da bağlıdır. Böbrekteki süzülme bozuklukları eğer emilmedeki buna mütenasip bir değişmeyle berâber değilse vücuttaki su miktarının önemli derecede artış veya azalışına sebep olur. O halde vücuttaki toplam su miktarının ayarlanmasının yapıldığı başlıca organ olan böbreğin hastalıklarında birçok ödemlerin ortaya çıkması gâyet tabiîdir. Ödemleri oluş mekanizmalarına göre çeşitli sınıflara ayırmak mümkündür: 1. Kapillerdeki hidrostatik basıncın artmasına bağlı ortaya çıkan ödemler: Uzun süre ayakta durmak, tromboflebit, tümörler, damar balonlaşmaları gibi sebeplerle toplardamarların baskı altında kalması ödeme yol açar. 2. Kapiller geçirgenlik artmasına (doku sıvısında osmotik basınç artmasına) bağlı ödemler: Normalde proteinleri geçirmeyen kapiller duvarları bakteri, kimyâsal ısı, mekanik etkilerden dolayı proteinleri daha fazla geçirir hâle gelirse damar dışı sıvı içerisine proteinler geçerek doku sıvısının osmotik basıncını arttırır. Doku sıvısında osmotik basıncın artması berâberinde doku dışına sıvı kaçmasını da getireceğinden ödem meydana gelir. İlâç allerjileri, böcek sokmaları, yanma ve donma sonrasında ortaya çıkan ödemler bu tip ödemlerdendir. 3. Plasma onkotik basıncının azalmasına bağlı ödemler: Uzun süren açlık halleri ve böbreklerden protein kaybının fazla olduğu böbrek hastalıklarında onkotik basıncı düşen plazmadan dokulararası sıvıya su kaçışı olur. 4. Doku mekanik direncinin azalmasına bağlı olanlar: Kısa zamanda fazla kilo kaybedenlerde ve ihtiyarlarda ortaya çıkan bâzı tip ödemler böyledir. 5. Lenfa drenajının bozulmasına bağlı olarak ortaya çıkan ödemler: Lenf damarlarının kanser hücreleri tarafından işgali, iltihaplanması, parazitlerle tıkanması gibi durumlarda ortaya çıkar. Ödem tıkanan lenf damarları grubunun akımını sağladığı bölgede sınırlıdır. Bunlardan en enteresan olanı lenf damarlarının “Filaria Bancrofti” adlı parazitle tıkanması netîcesinde meydana gelen ödemdir. Bu hastalığa “fil hastalığı” adı verilir ve tuttuğu organı aşırı boyutlara vardırmasıyla tanınır. (Bkz. Fil Hastalığı) 6. Böbrek faktörünün başta geldiği ödemler: Böbreğin normalde ıtrah edebileceğinden fazla tuz alınması, böbreğin tuz ıtrah vazifesinin bozulması veya hormonal sebeplerle böbreğin tüpçüklerinden aşırı tuz emilmesi de ödeme sebep olur. 7. Birkaç faktörün birlikte rol oynadığı ödemler: 8. Sebebi bilinmeyen ödemler. Yukarıdaki bilgilerden de anlaşılabileceği üzere ödem bir hastalık değildir, bir belirtidir. Ödem görüldüğü zaman mutlaka sebebi araştırılmalı ve tedâvi edilmelidir.